İdam Taburesi
- Selver Akdoğan
- 19 May
- 1 dakikada okunur
İnsan küçüklüğünden beri başarıyı eksik etmeyince dualarından, şaşırıyor huzurlu olunca tatminkarlığın hafifliğinde süzülürken.
Basit hayatları seçenleri yargıladıktan sonra tadınca sevgiyi, asır gibi gelen o yalnızlık girdabından sonra şaşıp kalıyor. Anlıyor.
Nice başarılara ilmek ilmek ilerlemek varken insanların yerinde kalmasını.
Ruhu doyan insanın gözünün aç olmamasını anlıyor mesela..
Tetikleriniyor.
Bir daha asla olmaz değidiği her şeyin daha iyisini yaşayınca.
Orda başlıyor asıl paradoks.
Bir şeyler canını acıtıp dönmeseydi sırtını, dikmeseydi gözlerini yükseklere, başarılara... bulabilir miydi daha iyisini bulabilir miydi yeniden huzurun karşılığını?
Peki bu, kendileşme korkusunu nasıl çözecekti mesela insan?
Huzurdan duyulan keyif ve karşı karşıya olduğu bu koca bir korku?
Nasıl baş ediyordu insan onca şeyle? Düşünmeyi nasıl bırakıyordu mesela?
Bi arkadaşım şey demişti. Yanımda o "sevdiği" varken beynimi bırakıyorum, veriyorum elimi nereye götürürse oraya gidiyorum. Diye saçma bulmuştum. Ama işin sonunda sanırım gerçekten öyle oluyor.
İstiyor muyum?
Bilmiyorum.
Bir noktada, ilerlemek de istiyorum. Daha ileriye gitmek kendileşmemek istiyorum. Ama hayat bu kadar huzurluyken, nasıl olacak bu? ilerlemek için hangi kamçı olacak? huzurlu insanlar nasıl başarıyor o ritmi o kamçıyı?
Nasıl motive ediyorlar her sabah kendilerini? sevgi ve huzur olabilir mi nefret kadar iyi bir körük? yoksa bu insanların körüğü korku mu? elindekileri kaybetmemek uğruna?
Bilmiyorum.
Öğrenmek istiyor muyum?
Henüz emin değilim.
Her şeyim olabilecek birinden her şeyim olabileceği için korkabileceğimi hissetmek adil mi?
Yoksa bu kadar da düşünmemek mi gerek?
Belki de basit bir hayatı tercih etmek, o kadar da kötü değildir.
Belki de basit bi hayatı seçmek, idam tahtasında heyecanlanıp ayağının altındaki tabureyi, idam kararından önce korkudan ayağınla ittirmek gib bir şeydir.
Bilmiyorum.
Bilmek de istemiyorum.
Henüz.
コメント